30 Kasım 2012 Cuma

Balkadının yumurtayla dansı: Mükemmel omlet nasıl kotarılır?



Mantar avcılığı tarih öncesi çağlardan kalma bir ata sporudur. Bedeni Avusturya-İtalya sınırında bir buzulda donmuş olarak bulunan 5,000 yaşındaki ihtiyar “buz adam” Ötzi’nin torbasından iki adet yabani mantar çıkmış. Bunlardan ilki genellikle huş ağaçlarında yaygın olarak bulunan Piptoporus betulinus idi; buz adam bu mantarı bağırsak parazitlerine karşı ya da kanamaları durdurmak için kullanıyor olmalıydı. İkincisi ise yine huş ağaçlarında sıkça rastlanılan ve ateş yakmakta kav olarak kullanılan Fomes fomentarius (Kav mantarı) isimli mantardı.

Yabani mantarların kullanımı Çin’de 12,000 yıl öncesine dayanmaktadır ancak bu konuya ilişkin en eski yazılı kaynak 2,000 yıllıktır. Yabani mantarları zevkle tüketen Romalılar bu mantarları ziyafetlerinde nasıl değerlendirdiklerini kayıt altına almışlar. Ancak bazı imparatorların mantar zehirlenmesinden mefta olduğu da bir gerçektir: 

Roma Kralı Claudius, 5. Karısı Aggripin tarafından zehirlettiriliyor; menüde Amanita Phalloides (Evcikkıran, Köy Göçüren, Ölüm Meleği) var. Yeryüzündeki ölümlü zehirlenmelerin %90’nından sorumlu olan Ölüm Meleği Romalılardan beri severek yenilen Amanita Caesarea (Sezar Mantarı, İmparator Mantarı, Gelin Mantarı, Yumurta Mantarı) ile karışık ikram ediliyor İmparatora. Sonuçta, Neron Roma Kralı oluyor. (Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)    


Aynı familyadan biri kötü kalpli diğeri iyi huylu iki kardeş yan yana: ölümcül Amanita Phalloides solda ve masum Amanita Caesarea sağda 





Günümüzde, Moskova, Paris ve Prag gibi birçok Avrupa kentinde yaban mantarı mevsimi boyunca insanlar hafta sonlarını doğada yaban mantarı peşinde geçirmektedir. 


Bazı Moskovalılar belledikleri bir madene Cumartesi gün ağarmadan herkesten önce ulaşabilmek için kentlerini Cuma gecesi terk edip arabalarında sabahlar... 


Paris yakınlarında ikamet eden kimi arazi sahibinin ormanlık alana park etmiş Paris plakalı araçların lastiklerini indirdikleri biliniyor: Ormandaki tüm mantarların sahibi onlar olmalı... 


Turistler tarafından merakla izlenen bir kültürel aktivite gibi görünse de mantar avcılığı Çek Cumhuriyeti vatandaşları için milli spordur: İnsanlar yazın ve sonbahar aylarında sepetlerini yabani mantarlarla doldurmak için ormanlara akın ederler. 


Kısa süren yaz mevsiminde mantar toplamak için Finlandiya vatandaşlarının %40’ının yollara düştüğü tahmin edilmekteymiş.


90lı yılların sonlarına doğru Kızılcaham ormanlarında, Macrolepiota Procera biraderler (Şemsiye mantarları) ve Bendeniz



Ben de İstanbul’u temsilen atamız ulu bilge Ötzi’nin ayak izlerini civardaki arazilerde takip etmeye çalışanlardanım. Dün avcı-toplayıcı ruhum kabardı yine; vurdum kendimi yollara mantar peşine. Şile’ye bağlı Ulupelit ormanlarını taradım gün boyu.


Saniyesi saniyesine işte “O” an: Hele dur bakiiim... Ahhha O da ne? Onun yıllardır peşinde olan benim için inanması güç ama evvvvvet Chanterelle'nin ta kendisi idi işte yerde altın gibi parlayan: Latince namıyla Cantharellus Cibarius! Heyecanımı mazur görün olur mu; ne de olsa doğada ilk kez rastlamıştım O’na... Yabani mantar tanrısına şükürler olsun...



Doğada rastladığım ilk Balkadın





                              
Cantharellus Cibarius (Chanterelle, Balkadın, Tavuk Mantarı, Kaz Ayağı): Şapka 5-15 cm çapına varabilir, gelişmiş örneklerde dalgalı kenarlı, hafif içbükey şekillerdedir; lamellere benzer deküran konumlu kıvrımları vardır. Mantar canlı sarı, soluk sarı, turuncuya çalan renklerde olabilir. Baygın, hoş bir kokusu vardır; bu koku kimi kaynaklarda kayısı, sarı erik kokusu olarak verilir. Yaz başlangıcından itibaren her türlü ormanda yetişebilir. Ülkemizde onlarca yerel adı bulunan bu mantar, Avrupa mutfağının da en sevilen türlerinden biridir. Dilimlenerek kurutulan ve turşusu yapılan bir tür olsa da taze yendiğinde hafif baharatlı tadı doruktadır.(Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)
İsimlendirme: 
Fr. Chanterelle, Eng. Chanterelle, Lat. Cantharus, Yun. Kántharos: Kelimenin kökeni Yunanca kántharos’tur ve içki kupası anlamına gelir. Cibarius ise yenebilen demektir, yani Cantharellus Cibarius, “Yenebilen İçki Kupası” anlamını taşır.
Alm. Pfifferling: Pfeffer (biber) kelimesinden türetilmiştir. Baharatlı lezzetinden dolayı bu isim verilmiştir.
Tür. Balkadın, Sarı kız, Tavuk mantarı, Kaz Ayağı, Horoz mantarı, Horoz İbiği: Şekli şimali andırdığı için tavuk mantarını, kaz ayağını, horoz mantarını, horoz ibiğini anladık diyelim, hadi sarı kız da amenna da balkadın nedir yaaa? Kim demiş, niye demiş, bir araştırmak lazım...

Mutfakta Cantharellus cibarius: Yenebilen mantarlar arasında Avrupa çapında en çok bilinen ve sıkça tüketilen türlerdendir. Mevsiminde yerel pazarlarda bolca bulunur. Büyük örneklerini sotelemeden önce dilimlemek gerekir. Az miktarda sarımsak, maydanoz ve limon suyu eklenebilir. Omletlerde mükemmeldir. Çiğ olarak tüketilebilir. Salamura edilebilir ama dondurmak için uygun değildir. Kurtçuklar tarafından pek tercih edilmez fakat kullanmadan önce toprağından arındırılmalıdır. (How to Identify Edible Mushrooms, Patrick Harding, Tony Lyon, Gill Tomblin; HarperCollinsPublishers, London, 1996)                                                                                      


İki avuç dolusu kadar ancak bulabilmiştim o civarda ama olsundu, ilk sefer için yeter de artardı bile bu kadarı...

Chantarelleli Omlet Tarifi

Şimdi ne yaparlar, nasıl yaparlar bilmem ama eskiden Fransız Şefler iş bulmak için kendilerine başvuran usta aşçıları omlet testinden geçirirlermiş önce; Maradona’ya top sektirtmek gibi bir şey yani... Altı üstü omlet deyip geçmeyelim; iyi bir omlet kotarmak ciddi bir iştir ve bence bunun tek bir yolu vardır... Anlatmaya çalışayım:

Balkadınları zeytinyağında birkaç dakika çevirip tuzunu ekledikten sonra bir kenara ayırdım. Yapışmaz tavada bir kaşık tereyağını erittim. Bir kasede iyice çırpıp tuzladığım iki adet yumurtayı tavaya boşalttım. En kısık ateşte bir-iki dakika kadar pişmeye bıraktıktan sonra spatulayla kenarlarından içe doğru hafifçe sıyırdım. Tavayı sapından tutup sağa sola eğerek üstte kalan çiğ kısmın kenarlara akmasını sağladım. Yumurta pişmeye yakınken tavayı ateşten aldım. Balkadınları üzerine yaydıktan sonra biraz parmesan rendeledim. Tavayı tekrar ocağa aldım ve omleti tahta spatula yardımıyla çabucak rulo şeklinde sardım ve gazı kestim. Hemen servis tabağına alıp üzerine biraz daha parmesan rendeleyip taze çekilmiş karabiber ile lezzetlendirdim.





Balkadınların yumurta ile dansı midemde bir şölen havası estirdi... Yumurta balkadınların lezzetini uçurdu!


Çatal-bıçak ters olmuş, idare ediverin gaaari

Umarım fotoğraflar yeterince yardımcı olur...


Kesildiği zaman böyle görünmeli omletin içi: Yeterince sulu ve iştah açıcı değil mi sizce de???

Dip NOT: Chanterelle mantarı yerine büyük marketlerde 200 veya 400 gramlık paketler halinde satılan Shiitake (Lentinula edodes), İstiridye (Pleurotus Ostreatus) ya da Kestane (Agaricus bisporus) mantarı kullanabilirsiniz.

Afiyet olsun.

Esen K.



ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.



Kaynaklar: the complete Mushroom Hunter, Gary Lincoff, Quarry Books, 2010
                      Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012

29 Kasım 2012 Perşembe

Norveçli Somonla Akdenizli Karidesin Kâse Kardeşliği


Önceleri -tipik bir Orta Anadolulu tavrıyla- balığın da çorbası mı olurmuş diyerek bu tarz çorbalara burun kıvıran bendeniz şimdilerde her türlü deniz ürününden farklı çorbalar hazırlamaya bayılıyorum. Epeydir aklımda olup da bir türlü uygulamaya geçemediğim bir tarifi dün gerçekleştirdim: Bol sebzeli somonlu karides çorbası.

Somon fileto her zaman olduğu gibi Metro Gross Market’ten, karidesler ise Kumkapı Balık Pazarı’ndan. Malumunuz üzere İstanbul’a yeni taşındım ve henüz acemisiyim. Bu yüzden ahkam kesmiş gibi olmak istemem fakat sanırım bu renkli koca Pazar deniz ürünleri çeşitliliği açısından İstanbul’un en zengini.

Tabiyatiyle prensip olarak taze deniz ürünlerinin günlük olarak tüketilmesi taraftarıyım. Lakin çiğ olarak tadına baktığım balıkçının ikramı karidesin cazibesine dayanamayıp bir miktar satın almıştım bu Pazar’ı ilk ziyaretimde. Burnumda keskin bir deniz kokusu ve damağımda deniz tuzu hissettiğimi hatırlıyorum. Belli ki o günün sabahında can vermişti bu mahlukat-ı anten... Böcekleri aynı günün akşamında ayıklayıp temizledikten sonra dondurucuya atmıştım.







Bir adet kereviz sapını, orta boy bir kuru soğanı ve havucu minik minik doğrayıp üç çorba kaşığı zeytinyağı ile birlikte tencereye aldım. Bir tutam tuz ekleyip arada bir karıştırarak orta ateşte pişmeye bıraktım. Sebzeler biraz yumuşayınca kabaca doğradığım üç diş sarımsağı ilave edip bir iki dakika çevirdim.

Mirepoix (kereviz sapı, havuç ve soğan üçlemesi)



İkinci aşamada bir litre kaynar suyu tencereye boşalttım, karışımı iki dakika kaynattım. Küp küp doğradığım bir adet patatesi ekleyip kaynatmaya devam ettim. Patatesler pişmeye yakın kılçıkları ayıklanmış ve yarım santimlik küpler halinde doğranmış 150 gr somonu ve 200 gr karidesi bütün olarak çorbaya ilave ettim. Üç dakika kadar orta ateşte kaynatmaya devam ettim. 

Son aşamada taze çekilmiş karabiberi, bir adet limonun suyunda çırpılmış yumurta sarısını, bir çorba kaşığı dolusu tereyağını ve bir tutam ince doğranmış dereotunu ekleyip şöyle bir karıştırdıktan sonra ocağın altını ve tencerenin kapağını kapatıp çorbayı dinlenmesi için rahat bıraktım. 
  
İşte sonuç: Bol taneli, vitaminli, proteinli, Omega-3’lü harika bir sonbahar çorbası... Tereyağında pul biber ve sarımsakla sotelenmiş karidese bayılan İlknur Hanım cimcimelerin sebzeli suda yüzen bu halini görünce önce yadırgamış olsa da kâsenin dibini benden önce gördü...



Öğünü çeri domatesli radika salatası ve tekir tava ile tamamladık.



Tarifteki alt ve üst yapı her türlü balık çorbasına uygulanabilir. Ana malzeme olarak somon ve karides yerine sıkı etli herhangi bir ya da birkaç çeşit balık tercih edilebilir. Daha yoğun ve kompleks bir lezzet için su yerine balık kafasından ve kemiklerinden elde edilen sebze ve baharat çeşnili balık suyu kullanabilirsiniz.

Afiyet olsun!

Esen K.
























Şile Yolları Taştan, Mantarları Çıkardı Beni Baştan


Mantarlara olan merakımı bilen bilir, bilmeyen de öğrensin artık. Blogumuzun adını boşuna Café Chanterelle koymadık. Ormanda dolaşıp bulduğum envai çeşit mantarın fotoğraflarını çekmek benim için dünyanın en büyük keyiflerinden. Her yeni keşfimde hazine bulmuşcasına sevindirik olur, büyülenir, kendimden geçerim... Mantarlar aleminin her bireyi kendi ortamında inanılmaz derecede fotojeniktir. Makro-fotoğrafçılığın vazgeçilmez fotomodellerindendir kendileri.

Mantar fotoğrafçılığı ve gözlemciliği dışında fırsat bulduğum birkaç orman yürüyüşünde iyi bildiğim bazı yabani tür mantarlardan kendim toplayıp yemişliğim yedirmişliğim de vardır.

Ayrıca Türkiye’nin ilk ve tek mantar uzmanı olan Sayın Jilber Barutçiyan’ın kurmuş olduğu mantardostu mail grubunun (mantardostu@googlegroups.com) da bir üyesiyim. Jilber Hoca sağ olsun, sonunda Türkiye’nin ilk mantar kitabını da yayınladı: Türkiye’nin Mantarları-1, Oğlak Yayınları, 2012.

Ankara’da ikamet ederken daha çok Kızılcahamam ormanlarında gezinirdim. Şile ormanlarının mantar ile ilgili namını duyunca 15-16 Kasım tarihlerinde yollara düştüm. İlk gün önce ormanda bir keşif yolculuğuna çıkıp bol bol fotoğraf çektim. Sonra da Şile’ye uğrayıp şehir turu attım. İkinci gün bir arkadaşımla birlikte yine ormanda dolaştık, öğleden sonra ise Şile pazarını ziyaret ettik. Bu gezilerde çektiğim mantar fotoğraflarını bir başka yazıda paylaşmayı planlıyorum.

Yer tezgahında bal kabağının yanında Boletus Edulis ve Agaricus Compestris satan bir teyze

İlk gün Şile meydanında dolanırken yol kenarında kendi topladıkları mantarları satan teyzelere rastladım. Mantarlar üzerine biraz söyleştikten sonra üç tür mantar satın aldım: Cantharellus Cibarius (Tavuk Mantarı), Agaricus Compestris (İçi kızıl) ve bir Lactarius türü (Fındık Tirmiti). (Fındık tirmiti konusunda kendisine danıştığım Jilber Bey bu mantarın Lactarius Badiosanguineus olduğunu tahmin ediyor.) Dönüş yolunda yol kenarında bulunan bir dinlenme mekanındaki satıcılardan ise bol miktarda Boletus Edulis (Kıkırdak Mantarı) aldım. Parantez içindeki isimler mantarların Şilece isimleridir.

Blog mankenimiz kayısı kokulu Matmazel Cantharellus Cibarius (Balkadın, Tavuk mantarı, Kaz Ayağı)

Kültür mantarının yabanisi ve daha lezizi Agaricus Campestris (Çayır Mantarı, İçi Kızıl)

Acımtırak Lactarius sp. (Badiosanguineus???) (Fındık Tirmiti)

Heybetli Boletus Edulis (Porçini, Ayı Mantarı, Taş Mantarı, Çörek mantarı, Kıkırdak Mantarı)

Akşam yemeğinde misafirimiz vardı. Öncesinde tüm mantarları bir güzel temizledim. Normalde yabani mantarları yıkamadan temizlemek gerek. Yoksa sünger gibi su çekerler ve aromalarını da suya bırakırlar. Bu nedenle mantarları ormanda toplarken tozunu toprağını bir fırça yardımıyla temizlemek en iyisi. Fakat benim artık böyle bir şansım olmadığı için iyice kuruyup katılaşmış olan çamurları çıkarmak için bazı mantarları kısa süreliğine de olsa suya tutmak zorunda kaldım.

Yerken yabani mantarların o kendine has naif lezzetlerini alabilmek için en iyi pişirme yöntemi sade olarak az yağda diri kalacak şekilde kısa süreliğine sotelemektir.

Balkadınları önce yağsız olarak harlı ateşte tavaya aldım. Suyunu bırakıp çekince tereyağ ve tuz ekleyip üç dört dakika çevirdikten sonra tadını belirginleştirmek için çok az miktarda krema ekleyip gazı kestim. Hafif baharatımsı lezzet tartışmasız ON NUMARA! Eşsiz bir damak deneyimi!



İçi kızılları da aynı şekilde pişirdim; sarımsaklı süzme yoğurt ile servis ettim. Bu mantarlar bol miktarda siyah renkli sıvı bıraktı tavaya. Lezzetinde yoğun bir kültür mantarı aroması hakim.



Fındık tirmitlerini bir saat kadar tuzda beklettikten sonra sudan geçirdim. Daha sonra tencereye aldım ve tüm suyu buharlaşana kadar kendi suyunda haşladım. İki adet soğanı ince doğrayıp zeytinyağında yumuşayana kadar çevirip mantarları ilave ettim. Üç dakika kadar karıştırarak pişirmeye devam ettim, tuz ekleyip pişirme işlemini tamamladım. Tirmitleri bu şekilde pişirmeyi satıcı teyzeden öğrendim; iyi ki de öyle yapmışım çünkü acı olan bu mantarların acısını almanın tek yolu bu. Soğan da mantarın tatlanmasına ayrıca yardımcı oldu.



Porçinileri ise iri parçalar halinde doğradıktan sonra zeytinyağı ve tereyağı karışımında üç-dört dakika kadar harlı ateşte çevirerek pişirdim. Rende parmesanla tatlandırdım. Porçiniler pişerken keskin bariz bir fındık kokusu yayıldı mutfağa. Findukimsu, hafif tatlımsı, kırmızı eti andıran bir lezzeti var bu mantarların.


Mantarların yanına garnitür olarak ızgara tavada bonfile hazırladım. Konuklarımız hayatlarında bırakın tatmayı adını duymadıkları mantarların benzersiz lezzetlerine varınca kendilerinden geçtiler diyebilirim.


Ne mutlu bana ki konuk dostlarıma böylesine bulunmaz bir yabani mantar şöleni sunma şansına sahip olmuştum böylece...


Lezzet şampiyonu Chanterelle oldu!

Gümüş madalyanın sahibi Boletus Edulis.

Bronz madalya içi kızılların...


Tanrının en muhteşem lütuflarından olsa gerek yenebilen yabani mantarlar. Her güzelliğin olduğu gibi onların da var elbet bir kusuru: Zehirli hatta öldürücü derecede zehirli benzerleri!!! Yenebilirliğinden %100 emin olmadığınız mantarları kesinlikle toplamayın, tüketmeyin!

Unutmayınız ki tüm mantarlar yenebilir ama bazıları son yemeğiniz olabilir!

Tüm mantar dostlarına selam olsun.

Saygılarımla,

Esen K.

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.

Kaynak: Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 201

13 Kasım 2012 Salı

Bahriye'nin mutfağından: Hamsi-Pilaf


Bahriye’nin biricik oğulcağızı Turan teşrif etmiş taaaa İstanbul’lardan. Cancağızı da anasının hamsi-pilafından çekmiş. Dayanır mı Bahriye Ana’nın yüreciği... Ertesi güne söz verdi kendisi, taze hamsi bulunması şartıylan. Namını duymuşum bi kerem, meşhurmuş Bahriye’nin hamsi-pilafı, kaçar mı bu fırsat İstanbul’a göçerayak...

Büyük yerden emir alındı, görev bellendi taze hamsi bulma işi; ertesi sabah erkenden kalkıldı, yol alındı, ilişkiler kullanılarak şehr-i Ankara’nın en taze hamsileri bulundu, 1.5 kg alındı, tez yetiştirildi Bahriye Hanım'a...

Hamsiler hemencecik ayıklanıverdi, sudan geçirildi, tuzlandı, süzgece bırakıldı, yarım saat bekletildi. Adil Amca sevgilisine kıyamayıp yardımcı oldu bu süreçte kendisine (gizliden emir mi almıştı yoksa???)...


Bahriye Teyze 2 adet kuru soğanı zar şeklinde doğrayıp zeytinyağı/tereyağı karışımıyla pilav tenceresine aldı ve pembeleşinceye dek kavurdu.  Tencereye önceden ısladığı pirinci (2 su bardağı) ve bir avuç kuş üzümünü ilave etti. Tuz, karabiber, yenibahar, tarçın ve bol kuru nane ile tatlandırdı. Baharatların miktarını göz kararıyla ayarladı yılların tecrübesi mutfak emektarı nam-ı diğer Hopbik. Pirincin üzerini bir parmak geçecek kadar kaynar su ekleyip tencerenin kapağını kapattı ve iç pilafı kısık ateşte pişmeye bıraktı. Arzuya göre maydanoz da eklenebileceğini ifade etti Bahriye. Pilaf suyunu çekince gazı kesti, dinlenmeye bıraktı...



Hopbik iş başında

Bu arada suyu iyice süzülmüş olan hamsileri ayrı bir kapta mısır unu, buğday unu ve tuz karışımıyla harmanladı Hopbik. Hamsilerin derili yüzlerini tekrar unlayarak sıvıyağ ile yağladığı tavaya asker gibi dizdi. İşin bu keyifli kısmında ben de topa giriştim... Sonra pilafı hamsilerin üzerine döküp bir kaşık yardımıyla dümdüz etti. Kalan hamsileri yine unlayıp pilafın üzerine aralarında boşluk bırakmayacak şekilde dizdik.



Bahriye hamsi-pilafın pekala fırında da pişirilebileceğini ama hamsilerin fırında pişerken kuruyabileceği görüşünü bizlerle paylaştıktan sonra pilafın alt yüzünü orta ateşte pişmeye bıraktı. Hamsiler nar gibi kızarınca nevaleyi altüst edip diğer tarafını da aynı şekilde pişirdik. Tecrübeyle sabittir ki bu çevirme meselesi epey meşakkatlidir, neyse ki kazasız belasız atlattık bu işi bu sefer. 












Telaşlanmadan, cool bir edayla yaklaşmak lazım meseleye... Kapağı tavanın üzerine kapatıp bir hamlede çevireceksin mereti, sonra vıjjjjjt kaydırıvereceksin tekrar tavaya.


































Yanık Turan ısınma turlarında...
Bahriye'nin büyük kızı Didem beklemede...






















Pilafı bir süre demlenmeye bıraktıktan sonra afiyetle mideye gömdük, çaylarımızı içtik, tatlılarımızı yedik. Sonra mı? Gece yarısına kadar beşlik yanık çevirmece. Yaktım Ayhan familyasını, üttüm tüm paracıklarını. Eeeee, İstanbul’a taşınmak kolay mı...

Turan’ı İstanbul otobüsüne zor yetiştirdim, ertesi gün iş yerinde perişan olmuş zavallı... Duyduğuma göre Didem’le Hopbik tüm günü uykuda geçirmiş... Eve varınca yatağa kendini zor atan ben ise öğleden sonra ancak ayılabildim...

Ellerine sağlık Giresun’un Gülü, Yenimahallenin neşe kaynağı, yanıkçıların kraliçesi Hopbik Teyze Bahriye!

Şimdiden çok özledim seni ve muhteşem yemeklerini. Bir de beşlik yanık muhabbetini. İlla da beşlik olacak ama, ikibuçukluk kesmez bu saatten sonra...

Sevgiler, Saygılar

Esen K.