22 Ocak 2013 Salı

İtalyan Pirinç Pilavı: Shiitakeli Risotto


Anavatanı Doğu Asya olan Shiitake Mantarı (Lentinula edodes) bizim kültür mantarı olarak bildiğimiz Agaricus bisporus’tan sonra Dünya çapında en çok yetiştirilen mantar türü. Japonya ve Çin’de yaklaşık bin yıldır kültür ortamında yetiştirilmekte. Japon Mantarı, Siyah Çin Mantarı, Meşe Mantarı, Siyah Orman Mantarı gibi isimlerle de anılan Shiitake Doğu Asya Mutfağının yıldızlarından.

Shiitake, önemli bir protein kaynağı olmakla birlikte içerdiği ‘lentinan’ maddesi sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirme, kanı sulandırma, kolesterolü düşürme ve cinsel gücü arttırma gibi özelliklere sahip. Ayrıca, fosfor, demir ve kalsiyum bakımından zengin içeriğiyle kemik ve diş gelişimini destekler; ihtiva ettiği B1, B2 ve B12 vitaminleri gelişmeyi düzenlemede, C vitamini ise skorbit tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Zamanında Çin İmparatorlarının hayat iksiri olmuş, şifalı bir mantardır Shiitake.



Shiitake Mantarı (Lentinula edodes)




Shiitake, kendine has ayrıcalıklı aromasıyla önemli bir gastronomik değerdir. Pişirirken orijinal rengini ve sakızımsı dokusunu korur. Kolaylıkla kurutulabilir. Kurutulmuş shiitake daha kuvvetli aromalara sahiptir. Suda bekletilerek yeniden canlandırılan kurutulmuş shiitake şaşırtıcı bir biçimde yeniden orijinal rengine, dokusuna ve şekline kavuşur.

Risotto, İtalyan kökenli bir pirinç yemeğidir. Riso, pirinç demek. İtalya’da çok çeşitli türde pirinç üretilir. Risotto yapımında kullanılan küçük carnaroli ve arborio pirinçleri Po Vadisi’nde yetiştirilir. Bu pirinçler büyüklüklerine göre sınıflandırılır: En kısa ve yuvarlağı puding yapımında kullanılan ordinario’dur, sonra sırasıyla çorba ve salatalar için ideal olan semifino, fino ve son olarak risotto yapımında kullanılan superfino gelir. Pişirme sırasında orijinal büyüklüğünün üç katına ulaşan superfino tüm suyunu çektiği için şeklini ve diriliğini koruyup kremamsı bir yumuşaklık kazanır.


Arborio pirinci



Risotto sanılanın ya da bilinen yanlışın aksine lapa değil, kremamsı olur! Risotto yapımında kullanılan sert yapılı özel pirinç türleriyle lapa yapmanın imkanı yok.
    
En bilinen İtalyan pilavı 16. Yüzyılda Milano’da yapılmış olan risottodur. Risotto sadece superfino (süper ince) pirinçle yapılır. Her risotto hemen hemen aynı şekilde pişirilse de tatlandırmak için kullanabileceğiniz malzemeler (sebzeler, jambon, mantarlar, deniz ürünleri, kırmızı et, tavuk ciğeri, v.b.) neredeyse sınırsızdır. Pirinç, tereyağı ya da zeytinyağıyla kaplanır, sonra kepçe kepçe et suyu (ya da tavuk suyu, sebze suyu, balık suyu) eklenerek kısık ateşte tüm sıvıyı çekene kadar karıştırılır.

Daha sonra biraz daha sıvı eklenir ve pirinç yumuşayıp kremamsı bir hal alana kadar (yaklaşık 20 dakika) pişirilir. En son yapılması gereken işleme ‘mantecatura’  denir; ateşten indirdikten sonra risottoya iyice kremamsı bir hal alması için bir parça tereyağı ya da birkaç kaşık zeytinyağı ve taze rendelenmiş parmesan peyniri eklenir.  (İtalyan Mutfağı, Capalbo, Whiteman, Wright, Boggiano, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007) 

Shiitakeli Risotto Reçetesi

4 adet arpacık soğanı zar şeklinde doğrayıp pilav tenceresinde üç kaşık zeytinyağında pembeleştiriyoruz. Yenmeyen odunsu yapılı saplarını ayırdıktan sonra ince doğramış olduğumuz 200 gr Shiitake mantarını tencereye ilave edip 2-3 dakika soğanlarla birlikte karıştırarak soteliyoruz.





Bir bardak arborio pirincini tencereye ilave edip pirinçlerin zeytinyağı ile kaplanması için karıştırıyoruz. Tuz ve karabiber ekliyoruz. Sonra ısıtılmış sebze suyundan kepçe kepçe tencereye koyarak karıştırmaya devam ediyoruz. Risottoyu arada bir karıştırarak yaklaşık 20 dakika kısık ateşte pişmeye bırakıyoruz. Toplamda iki bardak sebze suyu eklemiş olmamız gerekiyor.

Son aşamada mantecatura yapıyoruz: Yani tencereye bir parça tereyağı, yarım bardak rendelenmiş parmesan peyniri ve bir tutam ince kıyılmış taze kişniş yaprağı (ya da maydanoz) ekleyip harmanladıktan sonra sıcak sıcak servis ediyoruz.


Shiitakeli Risotto




Sebze suyunun hazırlanması: Bir adet iri soğan, bir tane havuç ve iki adet kereviz sapını kabaca doğrayıp bir kaşık zeytinyağı ilave edilmiş tencerede 3-4 dakika kadar çevirelim. Tencereye 5-6 tane karabiber, iki adet defne yaprağı ve bir çay kaşığı tuz ekleyelim. Bir litre içme suyunu tencereye boşaltalım ve karışımı kaynamaya bırakalım. Kısık ateşte 25-30 dakika kadar tıngırdatalım. İnce bir süzgeçten geçirelim. Sebze suyumuz hazır!

Uzak Doğu’lu Shiitake ile Po Vadisi’nin yerlisi Arborio’nun Anadolu buluşması leziz bir risotto şöleniyle son buldu. Biz bu reçeteyi severek onayladık. Umarım sizler de -varsa eğer- risottoyla ilgili lapamsı önyargılarınızı bir kenara bırakıp bu farklı pirinç yemeğini dener ve beğenirsiniz.


Shiitakeli Risotto ve Izgara Kuzu Pirzola




Bon Appetit!

Esen K.


21 Ocak 2013 Pazartesi

Zeytin Kırmaca


Kırma yeşil zeytin favorim. Eğer iyisi mevcutsa bir kahvaltıda bir küçük kase dolusunu yiyebilirim. Artık iyisini bulmak zor. Marketlerde açıkta satılanlarda illa ki sanayii bir tat, bir koku oluyor, cam kavanozdakiler keza öyle; hiç hoş değil.

Kendi zeytinimi kurmak farz olmuştu, başka da çarem kalmadı. Koca Mustafa Paşa Pazarı’ndan biraz irice olanlarından üç kilo yeşil zeytin aldım. Toplam on lira ödedim. Zeytinler Muğla yöresindenmiş.




Zeytinleri iki kez sudan geçirdim. Tezgahın üzerine kesme tahtasını, onun üzerine de ortamı yumuşatmak için bir mutfak havlusu yerleştirdim. (Zeytinlerin ezilmesini, sularının çıkmasını istemeyiz.) Havlunun üzerinde tokmakla tüm zeytinleri teker teker kırdım. Zor bir iş değil, hatta keyifli. Belli bir darbe gücü ve ritm yakalayınca çabucak hallediliyor.



Kırık zeytinleri iki ayrı kavanoza boşalttım. Musluk suyu ile doldurdum, kapaklarını kapatıp kilere aldım.

Bundan sonrası rutin. Her iki güne bir sularını değiştirdim. Bazen üçüncü güne sarkıttığım olmuştur. Bu hareketi yaklaşık bir ay kadar tekrarladım. Toplamda 13-15 kez gerçekleştirmişimdir maksadı zeytinlerin acı tadını gidermek olan bu işlemi.

Tadını ayarlamak size kalmış; kimisi zeytinin hafif acı tadından hoşlanır, bazıları da hoşlaşmaz bundan. Ben hafif acımsı zeytin lezzetinden yanayım. Doğadan, toprak anadan, zeytin ağacının özünden süzülüp gelen tadı tamamen yok etmemek gerek.

Son su değişimleri sırasında yaptığım bir kaç tadım sonrasında ideal acılıkta bıraktım zeytinleri. Daha sonra yeteri kadar içme suyunu kaya tuzu ve limon tuzu ilavesiyle kaynattım, soğumaya bıraktım.

Lezzetini kontrol ettim, tuzu az geldi biraz daha tuz ekledim ve kavanozları hazırladığım bu ekşi-tuzlu suyla doldurdum. Kavanozların kenarlarına limon dilimleri yerleştirdim. Birisine lezzet farklılığı yaratmak için bir tutam kadar tane kimyon ilave ettim.



Üzerlerine bir parmak geçecek kadar sızma zeytinyağı döktükten sonra kapaklarını kapatıp kilere kaldırdım.
Üç gün sonra zeytinlerim hazırdı. Piyasadaki en pahalı kırma zeytine taş çıkartır benimkiler... Bir ay olmadan yarısını tükettim bile.

Bu işle kaç zaman uğraşmışım bir hesaplayalım: Kırma işlemi bir saat, su değiştirme her biri iki dakikadan toplam 30 dakika, suyunu hazırlama 15 dakika, haydi bir yarım saat de benden, toplam 2 saat 15 dakikacık... Maliyet, ihmal edilebilir işçiliğimin bedelini ihmal edersek 10 liracık! Değmez mi, fazlasıyla değer... Hem pratik, hemi de ekonomik! Keşke daha çok zeytin alsaymışım...





Tuz ve limon tuzu miktarlarını özellikle vermiyorum. Kendi ağız tadınıza göre ayarlayabilirsiniz yalnız zeytinlerin uzun süre dayanmasını istiyorsanız suyuna en az %5 oranında tuz katmanız gerekiyor.


En iyisi eski alışkanlıklara geri dönmek; bu tip kolay kış hazırlıklarını anne-anneanneden kalma klasik metodlarla evde yapmak. Hiç olmazsa ne yediğimizi biliriz...

Afiyet olsun.

Sevgilerimle,

Esen K.


8 Ocak 2013 Salı

Ben gideeerim Ormana Hey, Mantara Hey, Ormana Hey, Mantara!


Geçenlerde avukat baldızım bendeki mantar merakının nereden geldiğini sorup sorgulayınca bu konuya açıklık getirmek farz oldu:

Yaban mantarlarına olan ilgim yaklaşık onbeş sene evvel yazdan kalma bir Sonbahar gününde eş-dost ziyareti için uğramış olduğum Kızılcahamam’ın Kasımlar köyünde başladı. Kasımlar’a, Kızılcahamam-Çerkeş karayolu üzerinde bulunan Güvem beldesini geçtikten sonra ilk sol sapaktan içeri girip 3-5 km civarında bir mesafe kat edilerek ulaşılıyor. Köy Işık Dağı’na çok yakın.


Kasımlar Köyü (Kızılcahamam, Ankara)


Köydeki ahbaplarımız bizi o gün Işık Dağı eteklerinde bir mantar avına çıkardılar. Benim için hoş bir sürpriz olarak bir ilkti bu serüven. Bize önce toplayacağımız mantarlarla ilgili kısa bir briefing verildi; o yörede Koçak diye adlandırılan Russula delica (daha yaygın adıyla Koç mantarı) ve onun Kanlıca namıyla bilinen Lactarius deliciosus (ya da L. Salmonicolor) mantarları tanıtıldı. Burada böyle hava bastığıma bakmayın; çok sonraları öğrenmiştim bu iki türün Latince isimlerini...


Solda Russula delica ve sağda Lactarius deliciosus




Briefingden sonra elimizde poşetler ve sopalarla koçak ve kanlıca aramaya ormana dağıldık. Birkaç saat süren mesai sonunda epey mantar toplamıştık. Benim gibi Ankara’dan gelen acemilerin mantarları sıkı bir kontrolden geçti önce; neyse ki dersimize iyi çalışmış olarak hocalarımızdan pekiyi notunu aldık: Mantarlarımız testlerden temiz çıkmıştı.




Köye dönüşte toplanan mantarlar önce bi güzel toprağından arındırıldı, temizlendi. Kanlıcalar bütün olarak ters çevrilip odun ateşinde közlenerek, koçak mantarları da doğranıp kendi suyunda haşlandıktan sonra soğanla birlikte kavrularak taze lavaş eşliğinde sofraya getirildi. O muhteşem yaban mantarı ziyafetinin tadı sanki biraz evvel yemişcesine halen damağımda...

Aslında küçüklüğümde dedemin kendi topladığı mantarları yiyip zehirlendiği günden beri yabani mantar haramdı bize, ebediyen yasaklanmıştı büyüklerimiz tarafından. Fakat o gün mantara aç domuzlar gibi saldıran ben ‘yasak meyvanın’ tadını almıştım ‘Işık Dağı Cennetinde’ bir kere... İlk doz epey sağlamdı: Bu yoldan geri dönmek yoktu artık benim için... 

Sonraki yıllarda hep aklımda olmasına rağmen bir fırsatını bulup da Kasımlar’a tekrar uğrayamadım. 2008 yılına değin bir keresinde Silivri’nin Kurfallı köyü civarında Agaricus campestris (İçi kızıl, Çayır mantarı) olmak üzere, birkaç kez daha ormanda mantar toplayıp yemişliğim var.

2008 yılından itibaren bu işin başka bir yönü beni cezbetmeye başlamıştı: Ormanda dedektifçilik oynamak, macera aramak; bilmediğim farklı türde mantarların izini sürmek, onları kendi muhitinde fotoğraflamak ve eve dönüşte elimdeki basılı kaynaklardan ve/veya internetten yararlanarak bilmediğim türleri kendimce tanımlamaya çalışmak. Bu çok keyifli bir uğraş haline gelmişti. Mantar çeşitliliğinin arttığı ilkbahar ve sonbahar aylarını ip değil urganla çeker olmuştum...

Artık sadece yemeklik mantar aramak/toplamak için değil, binlerce tonda renkleri, belki milyonlarca farklı biçimiyle, irisiyle ufağıyla, ihtiyarı genciyle, zehirlisi zehirsiziyle, v.b. her türlü mantarı keşfedebilmek için dalıyordum ormanlara. Daha önce rastlamadığım bir türle karşılaşmak beni fazlasıyla heyecanlandırmaya yetiyordu. Elimdeki imkanlar ve yeteneğim elverdiğince güzel fotoğraflar çekmeye çabalıyor, tüm fotoğrafları düzenli bir şekilde arşivime alıyordum. Kanımdaki yabani mantar dozu iyice artmış, bu bağımlılığın tedavisi imkansız hale gelmişti artık...

Uygun bulduğum bir köşesinden içine daldığım ormanda her şeyi unutur olmuştum. Saatlerce, gözümü orman tabanından ayırmadan yeni türler peşinde dolaşabiliyordum neyle karşılaşacağımı kestiremeden... Orman dışında, Dünyada, çevremde olan biten her şey orman dışında kalıyor, zihnimden çıkıyordu, o Dünya başka bir Dünya idi; bu bir nevi terapi, bir süreliğine de olsa tüm sıkıntılarımdan, dünyevi dertlerimden arınmanın keyifli bir yolu idi benim için.


Avcı-toplayıcı Esen K iş başında




Bu hastalığı sevgili kuzenime de bulaştırmayı başarmıştım bir gün: O da bu sonu bilinmez geri dönülmez yolun yolcusu olmuştu... Kafadar bir yoldaşla keşfe çıkmak çok daha keyifliydi elbette ki. Kuzenle kim bilir kaç kez yollara düşmüş, kaç kilometre taban tepmişizdir yabani mantar peşinde...

Sadık Yoldaşım Emrah Kuzen



Macera dedik ya, insanın başına binbir türlü hal gelebiliyor elbette ormanda dolaşırken: Geçenlerde yine Aydos Ormanı’nda yenice keşfetmiş olduğum Cantharellus tubeaformis var. Lutescens (Civciv ayağı) madenini ziyaretim sırasında tam bereketli bir ocağa dalmış, torbayı doldurmakla meşgulken 30’lu yaşlarında, kirli sakallı, kumaş pantolonlu, siyah deri montlu elemanın teki peydahlandı bir anda. Yanımdan geçerken “Napıyosun burda?” diye sorunca ben de gayri ihtiyari, “Mantar topluyorum” diyerek cevap verdim. Tuhaf eleman, “Kolay gelsin” diyerek yoluna koyuldu. Teşekkür ettikten sonra işime devam ettim. Yakın çevremdeki insanların son günlerde üstüme üstüme gelip yaptıkları uyarılar aklıma gelince birden işkillenmiştim yalnız...

Bir miktar daha mantar topladıktan sonra onbeş dakikaya Denizli’ye doğru yola çıkacak olan İlknur’a arabamda bulunan valizini vermek üzere Kurtköy’deki iş yerine yollandım. Orası da o an bulunduğum yerden yaklaşık olarak 5 km daha ilerdeydi. Zamanında ulaştım İlknur’a. Kendisine yarısı civciv ayağı dolu torbayı gösterince oradan dosdoğru eve döneceğime dair söz vermemi istedi. Aklı bende kalmasın diye yarım ağızla söz verir gibi yaptım, aklım hala ormanda bıraktığım tubeaformislerde idi haliyle... Emaneti sevgilime elden teslim ettim. Vedalaştık.

Bu kez soluğu hemen Kurtköy’ün bitişiğindeki ormanlık alanda aldım. Bu bölge Aydos Ormanı’nın uzantısı olup benim madenin 4 km kadar ilerisindeydi. Ağaç dokusu, bitki örtüsü tıpatıp aynıydı: Yani burası da civciv ayağı kaynıyor olmalıydı. Yaklaşık 150-200 m kadar ormanın içine doğru ilerledim ve irili ufaklı 20-30 kadar tubeaformisin bulunduğu bir ocakla karşılaştım. Tahminimde yanılmamıştım... O kadar mantar toplayınca artık daha seçici olmaya, aralarından sadece iyice irilerini almaya başlamıştım. Keyfim gıcırdı...


Cantharellus tubeaformis var. Lucescens (Civciv ayağı)



Tam da malzemeyi bez torbaya indirmiş, ocağın dibine incir ağacını dikmiştim ki bir çıtırtı işittim... Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirince kızıl rengi saçı-sakalıyla, üstü başı pejmürde vaziyette, kendi kendine bir şeyler mırıldanarak -belli ki kafayı sıyırmış- yandaki hafif meyilli patikadan aşağı, benim bulunduğum yere doğru yaklaşmakta olan bir başka elemanla göz göze geldim. Esrarengiz elemanımızın kucağında bir battaniye veyahut örtüye sarılı 24lük bira kasası boyutlarında koliye benzer bir emanet...

İlk eleman gibi bu da ne yaptığımı sordu, ben papağan misali aynı cevabı tekrarladım. Ancak bu kez nasıl olduysa karşılığında elemana “Sen napıyorsun?” diye sorma cesaretini gösterebildim. Aldığım cevap aynen şöyle oldu: “Hımmhh.. Hınghhhhh... Bi yerden geliyorum, başka bir yere gidiyorum”...

Eleman başını tekrar önüne doğru çevirdi, beni şoke demarke vaziyette bırakıp hiç durmaksızın yoluna, caddeye doğru devam etti. Belli ki acelesi vardı...

Aradan 10 dakika geçti geçmedi; deri montlu delikanlı yeniden peydah olmaz mı... Yanıma yaklaştı fakat beni tanımazdan geldi. O saatte Aydos Ormanı’nda iki kilometre çapında bir alanda elinde bej renkli bir bez torba ile mantar toplayan tıpa tıpa aynısından iki tane gözlüklü mantarkolik bulunma olasılığı milyonda kaçtır acaba???

Eleman yanıma yaklaşınca ben “Merhaba” diyerek selamladım.

-       Selamün Aleyküm birader. Sakallı bi adam geçti mi buralardan?
-       Evet, biraz önce geçti öyle birisi.
-       Elinde bir paket taşıyor muydu?
-       Evet.
-       Caddeye doğru mu gitti? Meraklandım ben de:
-       Evet. Neden sordun? Ne taşıyordu o adam?
-       Boşver sen. İşine bak birader. Eyvallah...
-       Eyvallah.

Aramızda geçen bu ilginç diyalogdan sonra bu adam da esrarengiz kızıl sakalın ardından caddeye doğru ilerledi ve gözden kayboldu.

O iki gizemli 'Homo Sapiens' ortadan kayboldu kaybolmasına da bende ne huzur bıraktılar ne de keyif...

Hadi sen deyiver baldızım: Kızıl sakal pakette ne taşıyordu acaba? Komşunun horozunu mu indira gandi yapmıştı yoksa acımasızca icabına bakmış olduğu bir zavallının kesik kellesi miydi kucağındaki emanet?... Yok daha neler mi??? Kim bilir? Bizimkiler uyarılarıyla iyicene paranoyaklaştırdı beni son günlerde.

Bizim avukat baldızın iddiasına göre deri montlu elemanın sivil polis olma olasılığı çok yüksekmiş. Sultanbeyli civarında Kürt nüfus çoğunlukta olduğu için oralar sivil polis kaynıyormuş.

Şehrin kalabalığından trafiğinden bir süre kurtulayım, stres atayım, ciğerlere oksijen depolayıp akşam yemeği için de biraz mantar toplayayım diye çıktığım yolda başıma gelenlere bak sen.

Şu 'Homo Sapiens’ler insana ormanda da rahat vermez oldu a dostlar...








                                                                                                                                                                                                                      Arşivimi kurcalayıp tekrar gün ışığına çıkardığım bazı enteresan mantarların fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum sizleri:

Clathrus Ruber (Yılan Odası)

Clathrus Ruber, Rize Bölgesi’ndeki namıyla ‘Yılan Odası‘ mantarı kesin bir başka gezegenden. Sporları bence büyük ihtimalle bir meteorla birlikte yeryüzüne indi, kendisi uzaylı bir ajan bile olabilir. Kendine has leşi andıran kokusuyla görmeden 3-4 metre uzaktan dahi fark edilebilir. Yenmez.

Hygrocybe Coccinea

‘Cimbom mantarı’ Hygrocybe Coccinea parlak sarı-kırmızı renkleriyle göz kamaştırıyor. Yenebilir, vasat.

Laccaria Amethystina


Mor renkli Laccaria Amethystina yenebilir, leziz bir mantar türü.

Clavariadelphus Truncatus

Clavariadelphus Truncatus’un E.T.’nin hemşerisi olduğu su götürmez bir gerçek... Yenmez.

Ramaria Stricta 


Ormanın mercanlarından Ramaria Stricta zehirli bir tür.

Clavulina cristata


Aydos Ormanı’nda tanıştığım Clavulina cristata ağaç dallarının arasından sızan ışığa doğru enfes bir poz vermiş. Yenebilir ama pek makbul değil.

Humaria Hemisphaerica

Küre biçimindeki tüylü Humaria Hemisphaerica yenmeyen türlerden.

Xylaria Hypoxylon

Geyik boynuzu görünümlü siyah-beyaz Xylaria Hypoxylon da yabani bir mantar türü. Tırnak benzeri sert bir yapıya sahip. Yenmez.



2008 sonbaharında Işık Dağı (Kızılcahamam) eteklerinde rastladığım bu kar beyazı yumurta güzelinin türünü henüz tanımlayamadım.

Fomes Fomentarius (Kav Mantarı) 

Bedeni Avusturya-İtalya sınırında bir buzulda donmuş olarak keşfedilen 5,000 yaşındaki ihtiyar “buz adam” Ötzi’nin torbasında da bulunan Fomes Fomentarius (Kav Mantarı) tarih öncesi çağlarda ‘Homo Sapiens’ler tarafından ateş yakmakta kav olarak kullanılıyordu. Yenmez.

Craterellus Cornucopioides (Borazan Mantarı)

Ülkemiz coğrafyasında sonbahar aylarında bol miktarda bulunabilen Craterellus Cornucopioides (Borazan Mantarı) özellikle Avrupa mutfağında çok tercih edilen yenebilen, leziz bir tür. Şeklinden ve siyah renginden dolayı yenebilirliğine inat Ölüm Trompeti olarak da biliniyor.


Fotojenik ‘Mycena’ ailesine ait olduğunu düşündüğüm fakat henüz kesin olarak tanımlayamadığım iki farklı mantar türü.

Amanita Phalloides'in iki farklı evresi: Soldaki yumurtasından yeni çıkmış bir genç, sağdaki ise yetişkin bir birey

Yabanda mantar toplayan herkes tarafından görür görmez mutlaka tanınması gereken öldürücü Amanita Phalloides mantarı ülkemizde Evcikkıran, Köy Göçüren ve Ölüm Meleği gibi manidar isimlerle biliniyor. Dünya çapında meydana gelen mantar zehirlenmesi nedenli ölümlerin %90’nından bu soluk zeytuni renk şapkalı ‘soğukkanlı seri katil’ sorumlu.

Mycena delicatella. Yenmez

Mycena rosea. Zehirli


Mycena arcangeliana. Yenmez






Macrolepiota Procera (Şemsiye Mantarı)

Bizde ‘Şemsiye Mantarı’ olarak bilinen Macrolepiota Procera’nın genç ve yetişkin hali yan yana. Yenebilir ve lezzetli.


Amanita Pantherina



Halüsinojen bir tür olan panter desenli yakışıklı Amanita Pantherina.


Bir Pholiota türü (flammans olabilir)



Pholiota ailesinden sarı, tüylü bir mantar. Türü muhtemelen flammans. Yenebilirliği konusunda henüz bir ortak görüş yok. Şimdilik yenmez sınıfında.

Hygrocybe conica

Hygrocybe conica’nın farklı renklerdeki iki değişik hali: Soldaki gökkuşağı renginde, sağdaki ise parlak sarı-turuncu renklerde. Yenmez.

Lycoperdon Perlatum (Osuruk Mantarı, Puf Mantarı)

Lycoperdon Perlatum (Osuruk Mantarı, Puf Mantarı) üzerine basılınca patlar ve bir spor bulutu püskürtür etrafa: Pufffffff!!! Yenebilir ama lezzetsizdir. 


Ormandaki tüm 'Homo Sapiens'lere rağmen;

Ben gideeerim Ormana Hey, Mantara Hey, Ormana Hey, Mantaraaa!!!

Saygılarımla,

Esen K.

Kaynak: Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.