21 Haziran 2011 Salı

Yeme de yanında yat, Bölüm I: Üç kez çığıran lezzet

Üç kez çığıran lezzet

Bir iş seyahati münasebetiyle İstanbul’dayım. Uzun ve sıkıcı bir müşteri toplantısını nihayete erdirmiş olmanın rahatlığı sarmış ruhumu ve bedenimi. Şirket arabasıyla berbat ötesi bir trafikte ofise dönmeye çalışıyoruz. Arkada iki Çinli yönetici, önde şoförle ben. Hava sıcak mı sıcak, nemli mi nemli, her tarafımdan şıpır şıpır terler damlıyor, gömlek-ceket sırılsıklam, sıkıntıdan gebermek üzereyim. Klima milima da fayda etmiyor o lanet İstanbul ikliminde. Milim milim ilerlemeye çalışıyoruz hedefe doğru. Arabadan inip yaya gitsek eminim daha çabuk varacağız ofise lakin kaldırımlardaki insan kalabalığını görünce şükrediyorum halime ve gıdım gıdım da olsa yola devam diyorum kendi kendime.

Vakit geçirmek için muhabbet olsun diye Çinlilerin daha bilge görünen ve İngilizcesini daha iyi anladığım keçi sakallı Bruce takma adlı uzun boylusuna takılıyorum. (Çinlilerin hemen hepsi bize kolaylık olsun diye kendilerine İngilizce göbek adı takmış; Bruce, Richard, Bob, James, Mandy, Charlie, vb. Hatta bazısı kendilerinin de iyi kötü telaffuz edebildikleri Türkçe isimler kullanmaya başlamış; Mehmet Ali, Tarkan, Kenan gibi). Çinlilere sorulabilecek en bayat sorulardan birini yöneltiyorum Bruce’a: “Aga, yediğiniz en acayip şey nedir Mao aşkına?”

Önce tekliyor bizimki, sonra yüzünde hafif çekingen bir tebessüm beliriyor. Aklına bir şey geldi belli ki ama çekiniyor anlatmaya ve beni de iyice meraklandırıyor. Israrla varıyorum üstüne: “Çıkart abicim ağzındaki baklayı, zaten sevmezsiniz siz o güzelim sebzeyi.” 

Yoğun ısrarlarıma dayanamayıp utana sıkıla ötmeye başlıyor Bruce Efendi: “Bu anlatacağım yemek bir av spesiyalitesidir. Özellikle Çin’in çorak ve bozkır kesimlerinde çok tutulan bir öğündür. Spesiyalitemizi üç kez çığıran yemek (three times screaming meal) olarak adlandırabiliriz. Avcı, ucu keskin bir mızrakla avlanır. Avı ise bildiğin tarla faresidir.” Derin bir soluk aldıktan sonra, merakla “Eeee, birader?” diyerek ikinci faslı dinlemek uğruna teslim ediyorum ruhumu bilge görünümlü çakma Konfiçyus’a. Amcam ağzı da hafif sulanarak devamını getiriyor bu spesiyal tarifin: “Farenin biraz iricesi daha makbuldür ki böylesi bir kişiyi rahatlıkla doyurur. Avcı, ilk hamlesinde saplar mızrağı gözüne kestirdiği hayvancağızın böğrüne: Çığlık 1! İkinci hamlesinde vurur mızrağın ucundaki fareyi önceden hazır etmiş olduğu kor ateşin üstüne, ütüler tüylerini böylece ve çevirir bi güzel ateşte: Çığlık 2!! Üçüncü ve son hamlede ise kopartıverir kellesini keskin ön dişleriyle Erol Taş misali açtığı kocaman ağzına alaraktan zavallının: Çığlık 3!!! Bu öğünün özelliği adından da anlaşılacağı üzere hayvanın kellesi koparılıncaya kadar diri kalmasıdır, kanlı canlı lezzeti de buradan gelir zaten, tuza, karabibere hiç gerek yoktur. Avcı-pişirici-yiyicinin bu konuya özellikle dikkat etmesi ve ilk ikisi dış kulaktan üçüncüsü iç kulaktan olmak üzere üç çığlığı da muhakkak duyması gerekir.”


Eleman bu minik baş kemirgen av ziyafeti tarifini Wes Craven’a ait Scream 1-2-3 kıvamında verip veriştirdikten sonra çenesindeki üç beş kılı sıvazlayarak kıs kıs gülmeye başlamaz mı. Muhabbet de o anda tıkandı zaten. Laptopu omzuma attığım gibi zavallı ruhumu oracıkta bırakarak zor attım bedenimi arabadan aşağı... Sonra vurdum kendimi İstanbul’un güzelim betonuna, kalabalığına, sevdiğim nemine, sıcağına...


Esen K.

1 yorum: